"Okuyan kişi ölmeden önce binlerce hayat yaşar, okumayan ise sadece bir."

16 Şubat 2014 Pazar

Film Analizi: Catching Fire (2013)

Catching Fire -Ateşi Yakalamak-, kitap serisinde favorimdi, bu nedenle filme nasıl aktarılacağı konusunda bütün bir yıl boyunca beklerken endişe doluydum. CF, bana göre, olumlu anlamda çok karışık ve içinde çok önemli ayrıntıları bulunduran bir geçiş kitabıydı. Öyle bir geçiş kitabıydı ki siz bir geçiş kitabından non-action ve sıkıcılık beklerken tepetaklak edebilen bir ilkti. Bu yüzden, Gary Ross'un serinin ilk filmiyle çıkarttığı fiyaskodan sonra Francis'in CF'yle ilgili ne yapacağı konusunda hem heyecanlı, hem de endişeliydim.
Ancak beklentilerimin çok üstünde bir performans sergilemiş Francis, öyle ki gözle görülür (aynı zamanda biraz sinirlenmeme neden olan) birkaç hata dışında neredeyse kitapla aynı güzellikte bir eser ortaya koymuş. İlk filmde olduğu gibi, aksiyon sahnelerinde kamera gerilimi arttırmak için (?) gereksizce oynatılıp durulmamış, örneğin ilk filmde; Arena'daki yangın sahnesinin kan basıncımızı yükseltmesi gerekirken, hiçbir tepki veremememize neden olan, neredeyse rahatsız edici kamera açıları, bütün sesin kısılıp arka fona klasik müzik koyulması (ki sevmediğimden değil), ve Katniss'in çektiği o acının ekrana tam yansıtılamaması beni çok üzmüştü. Fakat CF'de Francis Gary Ross'dan çok daha üstün bir performans sergilemiş, az sonra bahsedeceğim hatalar dışında kitapla birebir olan ve ikinci filminin birincisinden daha güzel olduğu bir ilk çıkarmış, üstelik çoğu hayranın da hemfikir olduğu bir ilk bu.

Onca zamandır içimde biriken heyecanla sinema koltuğuna oturdum, reklamların çabuk geçmesi için içimden birkaç dua ettim ve karşılaştığım ilk sahneyle kendimi Panem'in derinliklerine dosdoğru atabileceğim bir rüyanın içine girdim sanki. Bir devam filmi için muhteşem bir başlangıç, kitapta bulunmayan bir sahne eklenmiş ve bu öyle güzel bir sahne ki keşke kitapta da olsaymış dedim içimden. Katniss, Gale ile buluşuyor, belki de eski günlerin acısını çıkarmak için avlanmaya gidiyorlar. Ama aralarındaki eski sıcaklık yok, dostluklarındaki o güçlü zincir Arena'da olan malum olaylardan dolayı tabii ki de kırılmış. Sonra ikisi bir çalılığın arkasına geçiyorlar ve Katniss, geyiği hedef almışken oku özgür bıraktığında gözlerinin önüne Marvel silüeti geliyor, sonra bütün salon Katniss'in çığlıklarıyla dolup taşıyor. Öyle güçlü bir sahneydi ki, daha filmin başından Francis'in sizi hayal kırıklığına uğratmayacağını anlıyorsunuz. Jennifer Lawrence'ın oyunculuğuna yazının sonlarında değineceğim zira mutlaka parmak basmam gereken bir nokta, ancak şöyle söyleyebilirim; Fiziksel olarak her ne kadar Katniss'e uymadığı için şikayet etsek de, duygusal olarak filmde Katniss'le bütünleşmeyi başarmış. Lawrence replikleri ezberleyip sadece bir-iki mimik yaparak gerçekleştirmemiş bunu, kahramanımızı artık kurgusallıktan çıkarmış ve tamamiyle ete kemiğe bürünmesini sağlamış, Lawrence Katniss olmuş.


Zafer Turu başladığında ve devamında olaylar geliştiğinde filmi durdurmalarını ve ağlamam için bana birkaç dakika vermelerini istedim. 11. Mıntıka'daki hepimizin kahramanı olan yaşlı adamın vurulması, küçük bir kızın Katniss'e çiçekler verip "Büyüyünce ben de senin gibi gönüllü olacağım," demesi, galipler Effie'nin onlara verdikleri konuşmaları okurken halkın Katniss ve Peeta'yı yuhalamaları, Katniss'in kendini nasıl bir cehenneme soktuğunu anlamasıyla sonuçlandı. Peeta ile olan yalan ilişkisinin asla sonlanamayacaçknı, nihayetinde olanları geride bırakıp rahat bir nefes alamayacağını, hatta ve hatta oyunları kazanmanın oyunlarda ölmekten çok daha kötü bir gerçek olduğunu idrak etti. Yavaş yavaş Mockingjay'e dönüştüğünü kabullenmeye çalışırken, isyan etmek isteyen tarafının mı, yoksa Başkan Snow'u yatıştırıp bütün sevdiği insanları kurtarması gerektiği dürtüsünün mü ağır bastığını ölçmekten adeta kaçıyordu. Ta ki Gale'in sırtı kırbaçlanana, Barış Muhafızlarına Gale için kafa tutana, çitlerin tekrar elektiriklendiğini fark edene, 75. Açlık Oyunları'nın kan ve gül kokan yeni kuralları Başkan Snow'un ağzından dökülene kadar. Film Peeta ve Katniss'in yaşadığı, hatta yaşayamadığı o duyguları başarılı bir şekilde aktardı,  Effie'nin bile Katniss ve Peeta'ya olan bağlılığının sonucu karakterinin nasıl değiştiğini de çok güzel gösterdi. Effie her ne kadar çok önemli bir karakter olmasa da oyunların verdiği o bulanık psikolojiyi aktarmada neredeyse bir numaraları rol olmuş. Haymitch ve Peeta'ya altından hediyelerini verirken duyduğu takım aşkı ve ayrılma acısı, kurada eline aldığı kağıttan Katniss'in adının çıkacak olduğunu bildiği için yüzünde oluşan ızdırap, sanki bütün karakterlerin aslında hissettiği şeyin Effie'de buluşması ve yüzünüze bir tokat gibi çarpılmasıydı.


Finnick Odair'ı Sam Claflin'in canlandıracağını ilk duyduğumda hiç yakıştıramamıştım. Hatta sinirlenmiştim, sanki aklımdaki Finnick'e hiç uymuyor gibiydi. Ama filmde Claflin'in performansını izlediğimde Finnick'i başka bir aktör oynayamaz gibi gelmeye başladı. Her sahnede Finnick'le daha çok uyuşuyor, hatta Finnick karakterini çok daha fazla sevmenizi sağlıyordu. Jena Malone ise aynı Claflin gibi başarılı bir cast seçimi olmuş, Johanna çok sevdiğim bir karakter ve Malone onu ekrana öyle sevilesi yansıtmış ki Johanna'nın kitaptaki (aynı zamanda kitaptan kopmadıkları için filme de yansıtılan) sinir bozucu duruşu bile gözüme çok sevimli ve takdir edilesi geldi. Caesar'la olan röportajında siz de onunla birlikte bağıra bağıra Capitol'e küfretme isteği duyuyorsunuz ki bu, çoğu haracın her ne kadar gizliden gizliye bir isyan başlatma planında olsalar bile yapmaya korkacağı bir hareket. Zaten Arena'da da Başkan Snow'a hitafen hakaret etmesi ve resmen onu tehdit etmesi, Johanna'nın ne kadar cesur olduğunu bir kez daha gösteriyor ve Malone'un oyunculuğuyla da ona daha çok ısınmanızı sağlıyor. Beetee ve Wiress da harika castler olmuş. Hoşuma gitmeyen tek cast Annie oldu, nedenini bilemediğim bir şekilde onu bir Annie olarak hayal edemedim, yine de ekranda çok gözükmemesi rahatsızlığımı biraz olsun azalttı. Mags'le Finnick'in ilişkisi güçlü yansıtılmıştı, ki yanlış hatırlamıyorsam kitapta da birbirlerine bu kadar bağlıydılar ancak Mags'in kendini sise atıp feda etme sahnesi çok güçsüzdü, zira ben Finnick'ten en azından o anlık çok daha yıkılmış bir psikolojiyi yansıtmasını beklerdim. Yine de göz ardı edilebilecek çok küçük bir ayrıntı, bu yüzden üzerinde durmuyorum. Göz ardı edemediğim, sinirlenmeme neden olan tek hata; parti sahnesinde Plutarch Heavensbee'nin Katniss'e göstermek zorunda olduğu o el saatiydi. O sahne kitap için de, kurgunun gidişatı için de çok önemli bir foreshadowingdi ve her ne kadar kitap okurlar Plutarch'ın savaştığı tarafı bilseler de okumayanlar için finalde ortaya çıkması muhtemelen anlamsız görünmüştür. Bütün bunlar bir yana, o sahne sanıyorum ki çekilmesi çok zor bir sahne olmasa gerek, yapmaları gereken tek şey bir el saati bulmak ve içine Mockingjay silüeti eklemekti, bunu görememek beni çok büyük bir hayal kırıklığına uğrattı. 


Beni en çok tatmin eden bölüm Arena bölümüydü. Açıkçası nereyi övebilirim, nereyi uzun uzun tasvir edebilirim bilmiyorum ama şunu söyleyebilirim ki gerek oyunculuklarla, gerek Arenada'ki saatin işleviyle, her karesiyle başarılıydı. Katniss'in su tıpasının ne işe yaradığını bulması kitapta olduğu gibi uzatılmamıştı ki bu bence doğru bir yaklaşım olmuş film için, zira zaten yeterince uzun olduğuyla ilgili şikayetler var (ki bence süresi gayet uygundu). Bunun gibi çok küçük ayrıntılar ekrana doğru yansıtılmak için kısaltılmış veya kesilmiş ama hiçbiri rahatsız edecek boyutta değil. Öncelikle Peeta'nın ölüm sahnesinde Lawrence'ın gösterdiği performans harikaydı, ondan hemen sonra gelen Başkan Snow'un torununun kendisine "Ben de bir gün birini bu kadar çok sevmek istiyorum," demesi, ve Başkan Snow'un suratında oluşan sahte ifade kitapta olmayan sahnelerden biriydi ve aynı ilk sahne gibi iyi ki eklenmiş dediklerim arasındaydı. Sis, biraz çabuk gelişti. Kaçış sahnesi gayet uygundu ancak Katniss'in sisi bir anda fark ediverdi, ancak dediğim gibi filmin süresini uzatmamak için yapılan bir kesim bu açıkça. Bu sahnede de oyunculuklar çok iyi konuştu, her ne kadar Lawrence'ınki diğerlerinden çok daha ağır bassa da.
Maymunların gelişini çok iyi ayarlamışlar, bazı hayranlar hemen geliştiğinden şikayet etse de bana göre adrenalini düşürmemek için sisten hemen sonra koymaları akıllıcaydı, ki maymunlarla verdikleri savaşı da başarılı aktarmışlar. Ve anlatmaya dilimin varmadığı, Peeta'nın kollarında ölen o morfinci sahnesi, beni benden almıştı. "Bak bütün renklere, ne güzel değil mi?". Morfinciyi ana bi karakter değil, hatta filmde göründüğü tek tük sahne var ancak Peeta'yı kurtarmak için yaptığı fedakarlık ve Peeta'nın ona duyduğu minnetle son saniyelerini böyle güzel bir unsurla süslemesi, üzerinde ağlanabilecek kapasitedeydi. Zevzek kuşları sahnesi (daha ne kadar övebilirim her sahneyi hiçbir fikrim yok ama) muazzamdı. Belki de filmin en güçlü sahnesiydi, Sam ve Jennifer'ın çığlık atarken çektiği o müthiş ızdırabı iliklerime kadar hissettim. Sonrasında tick tock, this is a clock sahnesi, Beetee'nin planı ve müttefiklerin Katniss'i korumak için yaptığı diğer fedakarlıklar kendini gösterdi. Uygun zamanlamalarda, gayet anlaşılır repliklerle.


Remember who the real enemy is bölümü geldiğinde filmin sonuna yaklaştığımıza ama aslında gerçek savaşın yeni başladığına dair bir sinyal aldım. Katniss o malum oku fırlattıktan sonra oluşan kaos, o kadar mükemmel aktarılmış ki Francis ayakta alkışlanmayı sonuna kadar hak ediyor. Hiçbir ayrıntı unutulmamış, Arena'nın yıkılırken yavaş yavaş parçalarının Katniss'in etrafına düşmesi, haraçları toplayan aracın POV çekimiyle Katniss'i alıp götürmesi, her şey mükemmeldi. Jennifer Lawrence, bu noktadan sonra asıl oyunculuğunu büyük bir başarıyla yansıtıyor, Haymitch'e olan kızgınlığı ve Gale'in "Artık 12. Mıntıka diye bir yer yok," demesinden sonra kameraya attığı o umutsuzluktan giderek kızgınlığa dönüşen bakışı tribute olmayanları bile gaza getirebilir. Gale'in oyunculuğu ilk filmdeki gibi sönük, ben fiziksel olarak Hemsworth'la Gale'i her ne kadar birbirine yakıştırsam da oyunculuk bakımından çok geride kalıyor Hemsworth. Haymitch, yani Harrelson, kesinlikle en çok yakıştırdığım cast seçimi seride ve bu filmde de oyunculuğu gözle görülür bir biçimde Haymitch'e uygundu. Peeta, Hutcherson ilk filme göre oyunculuğunu geliştirmiş ancak Hutcherson'u her ne kadar sevsem de cast seçimi olarak hala uygun göremiyorum. Bu seride gözüme parlayanlar Jena Malone, Elizabeth Banks ve Jennifer Lawrence oldu. Belirttiğim birkaç hata dışında dolu dolu bir 2 saat filmiydi ve sonuna kadar tatmin ediciydi. Mockingjay: Part 1'ın da bu kalitede devam etmesini umuyorum, zira birinci bölümde çok aksiyon bekleyemeyiz ancak Francis CF'da olduğu gibi başarılı bir yönetmenlik sergilerse çoğu hayranı ters köşe edebilir.


Aslında üzerinde durmadığım bir sürü önemli sahne var, (Finnick-Katniss ilk tanışma sahnesi, Johanna'nın asansör sahnesi, Katniss ve Peeta'nın en sevdikleri renkler hakkında olan konuşmaları, evlenme ve bebek olduğu yalanının ortaya atılma sahnesi, haraçların Caesar'ın programında el ele tutuşmaları, Katniss'in Seneca'nın mankenini juri önünde asması, vs.) ancak hepsinin üzerinde de ayrıntılı bir şekilde durmak istemiyorum. Tek söyleyebileceğim, hala izlememişseniz hiç durmayın, bu bahsettiğim sahnelerin gücü ve muazzamlığı zaten sizi sözsüz bırakacaktır. Bütün sahneleriyle, sinematografisiyle, kitaptan uyarlanışıyla IMDb puanını sonuna kadar (hatta belki de daha fazlasını) hak eden bir yapım olmuş Catching Fire.

Filmi türkçe altyazılı izlemek veya IMDb sayfasını ziyaret etmek için buradan ve buradan.

Ayrıca standart afişten çok daha enfes bulduğum diğer CF afişleri:






 


    


EK OLARAK: Plutarch Heavensbee'yi canlandıran Philip Seymour Hoffman'ı yakın bir zaman önce kaybettik. Ölümü beni çok üzdü ve bu serinin bir parçası olması ona bir bakıma bağlanmama neden olmuştu, gerçekten yetenekli bir aktörden şoke edici bir ölüm haberi. Mockingjay'de onu göremeyecek olmamız üzücü, toprağı bol olsun..